Kategoriler

22 Ekim 2013 Salı

Doris Lessing (1919-2013)




22 Ekim’de Kirmanşah’ta (İran) doğdu.

Romanlar hiçbir zaman yanıt vermezler.

Nobel Edebiyat Ödülü’ünü 2007 yılında Doris Lessing’e verirken “Kuşkunun, tutkunun ve görselliğin gücüyle tuzla buz olmuş bir uygarlığı sorgulayan, dişil deneyimlerin epik yazarı Lessing” demişti jüri üyeleri. Nobel’i aldığında 88 yaşındaydı yazar.Birçok kitabında savaşın etkisiyle hep yaşamın kıyısında, yeni yaşama olanakları arayan ailesiyle deneyimlediklerini, bir kadın olarak varoluş sorunlarını anlatır Doris Lessing.

1.Dünya Savaşı’nda bir ayağını kaybeden babası artık İngiltere’den ayrılmak istedi ve aynı savaşta sevdiği adamı kaybettiğinden yaralı askerleri şifalandırmak için hemşireliği seçen Emily ile evlendi. İran’a giderler, babası Imperial Bank of Persia’da çalıştı ve bu yıllarda Doris Tayler dünyaya geldi. Önce İngiltere’ye sonra da Zimbabwe’ye giderek orada yerleştiler. Aldıkları arazide çiftçilik yaparak geçinmeye başladılar. Bu farklı coğrafyalarda savaşın travmasından kurtulmaya çalışan ailesiyle mutsuz bir çocukluk geçiren yazar genç yaşta evinden ayrıldı. Hemşire yardımcılığı, sekreterlik yaptı ve yerel gazetelerde kısa metinler yazdı.

Doris, 1939’da Frank Charles Wisdom ile evlendi ve art arda bir kız bir de oğlan çocuğu dünyaya getirdi. 1943’te çocukları babasının yanında bırakarak yanlarından ayrıldı. İkinci evliliğini 1945 yılında Alman politik göçmen Gottfried Lessing ile yaptı. Bir oğlan çocuğu dünyaya geldi ve oğluna, bir zamanlar kendi anne-babasının ona vermek istediği Peter adını verdi. Sonraki yıllarda boşanmasına karşın kitaplarında yine de Lessing soyadını kullanmayı yeğledi. Boşanmasının ardından oğlunu alarak Londra’ya taşındı.

İlk romanı Türkü Söylüyor Otlar’da (1950), bir sömürge ülkesi olarak Afrika’yı konu alarak ırkçılık sorununu bir kadının sesinden öyküler. Dilsel ve kurgusal anlamda farklı katmanları iç içe eriterek kaleme aldığı Altın Kitap (1962) birçok eleştirmen tarafından başyapıt olarak nitelendirilir. Bu deneysel kitabında özyaşamöyküsel öğeleri kullanarak iki bağımsız kadını öyküsel düzlemde buluşturur. Argos’taki Kanopus (1979-1983) adlı beş romanlık dizisini en önemli yapıtları olarak değerlendiren yazar, bu kitapların türü için bir de ad verir: Bu tür Science Fiction değil Space Fiction’dır.

2008’de anne ve babası üzerine yazdığı kitabı Alfred ve Emily’de babasının savaş döneminde yaşadığı travmaları miras edindiğini ve bu korkunç mirasın yaşamı boyunca onu adım adım izlediğini dile getirir.





O dönemi hepimiz hatırlıyoruz. Benim yaşadıklarım da diğerlerinin yaşadıklarından farkı yok. Ama yine de paylaştığımız olayların ayrıntılarını birbirimize tekrar tekrar anlatıyoruz;  yinelerken, dinlerken, şöyle diyoruz sanki: “Senin için de öyleydi demek? Eh, bu da olup biteni doğruluyor; evet,  bunlar oldu, olmuş; kafamdan uydurmuyormuşum demek?”  Bir yolculukta tuhaf, alışılmadık yaratıklarla karşılaşmış insanlar gibi, bazen doğruluyor, bazen de fikir ayrılığına düşüyoruz: “ O kocaman mavi balığı gördün mü?” “Yo, senin gördüğün sarıydı!” Ama üzrerinde yol aldığımı deni, aynı denizdi; sona yaklaşırkenki  o sürüncemeli, huzursuz, gergin süreç herkes için, her yerde aynıydı; kentlerimizin daha küçük birimlerinde –sokaklar, yüksek apartmanların oluşturduğu kümeler, bir otel; tıpkı kentlerde, uluslarda, bir kıtada olduğu gibi… Evet, söz konusu olayların doğası düşünüldüğünde, bunun oldukça tumturaklı bir imgelem olduğunda hemfikirim: acayip balıklar, okyanuslar filan.
(…)
İnsanların kölelerle, kurbanlara, şamar oğlanlarına ihtiyacı vardır ve “evcil” hayvanlarımızın çoğu da bunun içindir, çünkü onları, olmaları gerektiğini düşündüğümüz şekle sokmuşuzdur; tıpkı insanoğlunun da ondan beklenen şey olup çıkması gibi. (Hayatta Kalma Güncesi, Çeviren: P. Özgören)






Doris Lessing Portreleri:


14 Mayıs 2013 Salı

Karin Struck (1947-2006)



14 Mayıs Schlagtow’da (Greifswald/Mecklenburg) doğdu.



Anımsamak tehlikelidir. Ama unutmak daha da yıpratıcıdır.

“Aşk, yemek ya da uyumak gibi yaşamın bir parçasıdır.(…) Aşk, kişinin kendi benliğinin bir parçasını tanımasını sağlar, böylesi bir deneyimi yaşamayanınsa kimliği örtük kalır” diyen Karin Struck aşkın birçok yüzünü yaşamayı ve yazmayı yeğlemiş bir yazardır.

1953 yılında ailesiyle birlikte Doğu Almanya’dan Batı Almanya’ya göçen yazar birçok farklı kent ve üniversitede Romanistik, psikoloji ve Alman dili ve edebiyatı öğrenimi gördü. 68 Hareketinde aktivist olan Struck, çeşitli büro işlerinde ve fabrikada çalıştı. 1973’ten sonraysa serbest yazarlık yapmaya başladı.

Dört çocuk annesi olan yazar, kendisinin de bir kez deneyimlediği ve uzun süre kendisiyle hesaplaşarak, kolay atlatmadığı bir kürtajın ardından, kürtaj yaptırılmasına karşı çıktı uzun yıllar. Hatta NDR televizyonunda yayınlanan bir canlı programda, kürtajın yasaklanması gerektiğini savunarak dönemin Kadın ve Gençlikten sorumlu bakanı Merkel ile sert bir tartışmaya girdi ve mikrofonunu atarak toplantıyı terk etti. 

68 Kuşağı yazarlarından olan Struck, yapıtlarında özyaşamöyküsel öğeleri kullandı ve kendine özgü bir öyküleme biçimi ile ayrıksı metinler üretti. Daha çok disiplin, eğitim, evlilik gibi kurumsal olanı odak noktası olarak alıp eleştirirken, bireylerin yaşadıkları dönem içindeki çıkmazları, uyuşturucu alkol gibi bağımlılıklarını ve kadının toplumsal rolünü  tartışarak romanlarına yansıttı.

1973 yılında ilk roman olan Klassenliebe yayınladı. Daha ilk kitabında kendine özgü ifade biçimini bulan Struck kısa zamanda geniş bir okur kitlesine ulaştı. Sınıf sevgisi/aşkı diye çevrilebilecek kitabın başlığı birçok yananlamı içinde barındırdığı gibi tartıştığı konularla da Almanya basınında birçok olumlu ve olumsuz eleştirilere yol açtı. 1975 yılında yayınlanan Die Mutter romanı ise kendi doğumunu anımsayan bir anlatıcının öyküsüydü. Kitaplarıyla birçok ödül aldı.

Ingeborg B.-Duell mit dem Spiegelbild  (1993) adlı kitabında yazar Ingeborg Bachmann ile bir söyleşiye girerek tartışır, ancak ilk kitapları kadar ilgi görmez. 

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Rose Ausländer (1901-1988)


11 Mayıs’ta Czernowitz’te (Bukowina-Avusturya) doğdu.



Neden yazıyorum?
Çünkü sözcükler bizi yaz, diye diretiyor…

Neden yazıyorum?
Belki de Czernowitz’te dünyaya geldiğim için, dünya bana Czernowitz’te geldiği için. Nasıl da özel bir coğrafya. Özel  insanlar. Orada masallar ve mitler havada uçuşur, onlar solunurdu.

Bir yazısında “17 yaşımda günceme notlar almaya, düşünceleri, dizeleri karalamaya başlamıştım. Kısa zamanda şiirin benim yaşam kaynağım olduğu ortaya çıktı” diyen Rose Ausländer, yaşamı boyunca genelde şiir yazdı, şiir yazmadığı zamanlardaysa metinlerinin sözlerini şiirsel bir tınıyla buluşturdu.
Rosalie Beatrice “Ruth” Scherzer olarak dünyaya gelen yazar, Czernowitz ve Budapeşte’de ilk ve ortaokula gitti. Viyana’da ticaret lisesi bitirdi. Spinoza, Brunner, Platon ve Freud üzerine okumalar yaptı ve bu okumalar şiirlerine yansıdı. Felsefe ve edebiyatbilim alanlarında Czernowitz Üniversitesi’nde misafir öğrenci oldu (1919-1920). Babasının ölümünden sonra Amerika’ya göç etti (1921). İlk şiirlerini orada yayınladı, redaktörlük yaptı.
1923’te New York’a yerleşti ve üniversite yıllarından tanıştığı Ignaz Ausländer ile evlendi ve 1926’da ayrıldılar. Aynı yıl Amerikan vatandaşı oldu.
Amerika ve Kıta Avrupası arasında bir saat sarkacı gibi uzun yıllar gitti geldi Rose Ausländer. Zorunlu ya da gönüllü sürgünlüklerdi biraz da bu seyahatler. Aşklar, hastalık, savaş onu bu serüvene sürüklemişti biraz da. Sözgelimi hasta annesinin bakımı için Czernowitz’e döndü. Orada gazeteci Helios Hecht ile tanıştı ve 1928’de yeniden Amerika’ya gitti. 1931 yılına kadar Amerika’daki Almanca gazetelerde şiir ve deneme yazıları yazdı. Yeniden Czernowitz’e döndü. Çeşitli antolojilerde, gazete ve dergilerde şiirleri yayınlandı. İngilizce dersler verdi ve çeviri yaptı. Ancak Hitler’le Stalin’in yaptıkları anlaşma sonucunda Sovyet askerlerinin Czernowitz’e girmeleriyle birlikte 1940 yılında, Rose Ausländer Amerikan casusu olduğu iddiasıyla tutuklandı ve dört ay hapisten sonra serbest bırakıldı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Czernowitz kentinin gettosunda sıkışıp kaldı. Barınaklarda saklandı, ölümle burun buruna geldiyse de kenti terk etmedi. Paul Celan ile bu kaçışlar sürecinde tanıştı.
1948-1956 yılları arasında şiirlerini İngilizce yazdı. 1965’te Düsseldorf’a gitti ve Blinder Sommer kitabını yayınladı. Bu onun 1939’dan beri ilk kez yayınlanan kitabıydı. Ohne Visum (1974) Andere Zeichen (1976) vb. daha birçok kitap yayınladı. Kitaplarıyla Dorste Ödülü, Andreas Gryphius Ödülü, Bavyera Eyaleti Güzel Sanatlar Akademisi’nin Büyük Edebiyat Ödülü vb. ödüllere layık görüldü.
1972 yılında Düsseldorf’taki Yahudi Cemaatinin bakımevi olan Nelly Sachs Haus’a yerleşti.Buradan 1987’de ayrıldı. Hemen ardından en verimli dönemini geçirerek yaklaşık yirmiye yakın kitap yazdı. İnsanlarla olan ilişkilerini her geçen gün biraz daha seyrekleştirdi. Ölümünden kısa bir süre önce “herşeyin söylenmiş olduğu” düşüncesiyle yazmaya son verdi.



30 Nisan 2013 Salı

Alice B. Toklas (1877-1967)


30 Nisan’da San Francisco’da doğdu.



In this Way,Kissing

Next to me in me sweetly sweetly
Sweetly sweetly sweetly sweetly.
In me baby baby baby.
Smiling for me tenderly tenderly
Tenderly sweety baby baby
Tenderly tenderly tenderly tenderly.
(Gertrude Stein bu şiiri Alice’le tanıştıktan sonra yazdı.)




Alice B. Toklas 1907 yılında Amerika’dan Paris’e gitti ve orada Gertrude Stein ile tanıştı. Stein’ın sekreteri, aşçısı, sanat danışmanı, ilham perisi ve sevgilisi oldu; tanışmalarından iki yıl kadar sonra kardeşi Leo Stein ile  birlikte oturdukları Rue de Fleurus’deki evine (bu aynı zamanda Stein kardeşlerin sanat galerisi/müzesiydi) taşındı. Stein’ın ölümüne kadar da oradan ayrılmadı, her şeyi birlikte yaptılar.

Amerikalı Yahudi bir ailenin kızı olan Toklas, Washington Üniversitesi’nde müzik öğrenimi gördü, piyano bölümünü bitirdi. Avrupa’ya göç edip Stein ile tanıştıktan sonra resim ve edebiyat alanında kalmayı yeğledi. Sanat galerisine gelen dönemin birçok ressamı ve yazarıyla tanıştı. Gelgelelim hep Stein’ın gölgesinde kaldı.

İlk kez 1933 yılında Stein’ın kitabı Alice Toklas’ın Özyaşamöyküsü ile gündeme geldi.  Stein’ın ölümünden sonra, onun editörlüğünü yapmayı sürdürdü Toklas. 

1954 yılında kendi yemek kitabını çıkardı : The Alice B. Toklas Cookbook. Ancak kitapta yer alan  bir tarifinde içine marihuana eklenebileceğini yazdığından dolayı kitabın bir süre Amerika’da yayını yasaklandı. Kitap ilk kez İngiltere’de yayınladı, daha sonra da birçok dile çevrildi. 1958 yılında da Aromas and Flavor of Past and Present adlı kitabını yayınladı. Ayrıca aralarında New York Times ve The New Republic’in yer aldığı birçok gazete ve dergide makaleleri yayınlandı.






Luise Rinser (1911-2002)





30 Nisan’da Pitzling’te doğdu.



İç huzur, memnuniyetten daha fazla bir şeydir. 
İç huzur, acımızın ve suçluluklarımızın orta yerinde, 
bize dünyayı çevreleyen sevgiyi gösteren bir ışıktır.


Alman Edebiyatı gündemini gençlik yıllarındaki Nazi taraftarlığıyla elinde tutan Rinser,  yazdığı roman ve kısa öyküleriyle birçok dile çevrildi. Geleneklerine bağlı Katolik bir aile içinde yetişti.  Münih’te öğretmenlik eğitimi alarak 1935 yılında Kuzey Bavyara’nın çeşitli okullarında öğretmenlik yaptı. Nasyonal sosyalizme yakınlığıyla bilinen “Herdfeuer” dergisinde kısaöykülerini ve şiirlerini yayınladı. Junge Generation şiiri Adolf Hitler için bir methiye oldu. 1936 yılında Nasyonal Sosyalist Kadın Çalışmaları’nda ve 1939 yılında Nasyonal Sosyalist Öğretmenler Birliği’ne katılarak görev aldı.

1995 yılında Rinser ile tanışan ve yaşamının sonuna değin arkadaşlıklarını sürdüren teolog, düşünür José Sánchez de Murillo, onun hayatını kaleme aldığı biyografisinde yazar kimliğine ilişkin ”yazınsal açıdan çok yetenekli, tutkulu” biri olduğundan söz ederken öte yandan da Rinser ile daha önceki yıllarda tanışmamış olmanın memnuniyetini dile getirir. Nedeni içinse ”Onun Hitler’i onurlandırdığı şiirleri önceden zaten bilinmekte. Ancak bu sadece bir kırılma noktası. Henüz genç bir öğretmenken Yahudi olan okul müdürünü ihbar etti. Böylece Nazi devletinin gözüne girerek kariyerinde ilerlemeler sağladı” der ve Rinser’i bir Nazi-Pedagogu olarak adlandırır.

1939 yılında ailesinin tüm karşı çıkışlarına rağmen orkestra şefi Horst-Günther Schnell ile evlendi. Bu ilk evliliği süresince Braunschweig ve Rostock’ta yaşadı ve iki oğlunu da burada dünyaya getirdi. 1942 yılında evliliğin son bulmasının ardından 1943’te Schnell doğu cephesinde öldü. Bu evliliğini, ailesinden kopuşunu Den Wolf umarmen adlı özyaşamöyküsel kitabında kaleme aldı.

1941 yılında, yetişkinlerin dünyasını anlamaya çalışan beş yaşındaki bir kızın Birinci Dünya Savaşı sırasında deneyimlediği anılarını öykülediği das gläserne Ring kitabı 10.000 adet sattı. Hermann Hesse’nin hayran kaldığı bu kitap nedeniyle, iki yazar uzun süre mektuplaştılar.

1943 yılında yazar Klaus Herrmann ile evlendi.  Neue Zeitung ve Züricher Weltwoche’de kitap tanıtımları yazdı.

1954-1959 yılları arasında besteci Carl Orff ile evli kaldı. Evliliğinin bitmesiyle İtalya’ya giden Rinser, 1962-1966 yılları arasında Vatikan muhabirliği yaptı. Birçok yer gezdi ve Katolik din adamlarıyla ruhani konular üzerine sohbetler, tartışmalar gerçekleştirdi.

70’li yıllarda Almanya’nın silahlanmasına ve atom silahlarının kullanılmasına karşı girişilen harekete katıldı. SPD ve Yeşiller partisine yakınlık duydu.

1985 yılında Zigeuner sein in Deutschland- Eine Anklage kitabında Almanya’da yaşayan Sinti ve Romanların azınlıkta kalmış olmalarını eleştirerek, onların yaşamlarının bir azınlık kaderi olduğunu kaleme aldı. 

Türkçede Buruk Aşk adlı bir romanı ve farklı antolojilerde kısaöykülerini bulmak olası.



Emily yenge kocasından bir yıl sonra öldü. Ölümünün gerçek nedeni anlaşılamadı. Doktor ölü kağıdına “Yaşlılık” diye yazmış, ama yazdığına kendi de pek inanmamıştı: Çünkü Emily yenge daha yeni altmışına basmıştı.  Ama başka ne yazabilirdi ki? Doktor onu tanımıyordu. Onu ben tanıyordum, tanıdığım için de neden öldüğünü biliyordum.

(…) Gottfried  amca, Emily yengeyi aldığı zaman o, daha çocuk denecek yaşta bir kızmış. O yıllarda,  son derece güzel olduğunu söylerler. Gottfried amca karısını taparcasına sevmiş ve şımartmış. Uzun evlilik yıllarında sabahları yataktan kalkar, ateşi yakar, kahvaltısını hazırlar ve karısının yatağına girerdi. Sebzeyi, eti alan, temizlikçi kadına iş gösteren, çivileri çakan, düğmeleri diken, kısacası her işi gören, oydu. Emily yenge, önceleri bundan hoşlandı, sonra sonra olağan buldu, daha sonraları, bütün bu işleri yapıyor diye onu hor görmeye başladı.

(…) Çokları ağlıyordu; erkekler de ağlıyordu. Bunlar yaşlı adamın ölümünden çok, kendininkine benzeyen bir alınyazısı için gözyaşı döküyorlardı. (Yaşlı Bir Adamın Ölümü, Çeviri: Melahat Toygar)

16 Nisan 2013 Salı

Sarah Kirsch (1935)






16 Nisan’da Limlingerode’de (Harz) doğdu.



Bir melekle büyümeyi kim istemez ki…

Ingrid Bergstein’ın,  çocukluk ve ilk gençlik çağında annesiyle ormanda ve kırlarda yaptığı uzun gezintiler, şiirin çağrısına kulak vermesini beraberinde getirdi. “Annem sonsuz sayıda bitkinin, çiçeğin adını bilir, onları tanırdı” diyor bir yazısında Sarah Kirsch. Annesinin rehberliğinde tanıştığı doğa, onun yaşam boyu aldığı en iyi hediyelerdendi. Çünkü kendi varoluşunu ifade ederken doğayla iç içe gelişen kimliğine ilişkin: “Doğada sadece edebiyatı aradığımı çok sonra fark ettim” diyerek şiirlerinin ana temasının da altını çizer.

40’lı yılların sonuna doğru bir şeker fabrikasında çalışan Bergstein, ardından yeniden öğrenimini sürdürerek biyoloji okudu. 60’lı yıllarda Sarah mahlasıyla şiirlerini yayınladı. İlk şiir kitabını kocası Rainer Kirsch’le birlikte Gespräch mit den Saurieren’i 1965 yılında yayınladı.

1967’de kendi başına yayınladığı ilk şiir kitabı Landaufenthalt oldu. Doğanın ön plana çıktığı şiirlerde  inşan ilişkilerinin ve toplumsal olayların karmaşasının ya da el değmemiş bir cennet düşünün imgelendiğini de görmek olası. Şiirlerinin başat sorunsallarından bir diğeriyse kadın erkek ilişkileri, sevdalarıdır: Zaubersprüche, Die ungeheuren bergehohen Wellen auf See, Panterfrau vb. gibi şiir kitapları yoğun olarak bu ilişkileri dile döker.

1968’de Doğu Berlin’e göç ederek gazeteci, çevirmen ve şair olarak çalıştı. Gerek Doğu gerekse Batı Berlin’de geniş bir okur kitlesine ulaşan Sarah Kirsch şair, ozan Wolf Biermann’ın Doğu Almanya’dan sınır dışı edilmesine karşı imza verdiğinden ve imzasını geri çekmediğinden SED’teki üyeliğine son verildi. Meine Worte gehorchen mir nicht, Im Glashaus des Schneekönigs gibi şiirlerinde bu konuyu ele aldı.

1977 yılında seyahat izni onaylandığından, çalışamaz hale geldiği Doğu Berlin’den Batı’ya göç etti. 1978’de PEN Yazarlar Birliği üyesi oldu. Aynı yıl Villa Massimo Bursu alarak Roma’ya gitti ve bir yıl orada yaşadı. Ardından Fransa ve ABD’ye gitti.

1979’da Batı ve Doğu Berlin’de yazdığı şiirleri ilk kez birlikte yayınlandı. 1982’de Erdreich’ta ABD ve Kuzey Almanya izlenimlerini dilselleştirdi.

1984 yılında kaleme aldığı Katzenleben şiirlerinde artık şairin soluğunun biraz daha buharlaştığını, doğanın her bir şiirde gittikçe insansızlaşmaya başladığını ve şiir içindeki “sen”in yavaşça yok olup gittiğini gözlemlemek olası. 

Sarah Kirsch halen  Almanya'nın birçok kentinde şiir okumaları yapmaktadır.



11 Nisan 2013 Perşembe

Marlen Haushofer (1920-1970)



Fotoğraf: Sibylle Haushofer


11 Nisan’da Frauenstein’da doğdu.



İnsanın kendi geçmişi karşısında adil olması en zor olanıdır.


Avusturyalı kadın yazar Marlen Haushofer 1963 yılında yayınladığı die Wand adlı romanıyla Arthur Schnitzler Ödülü’ne layık görüldüyse de, edebiyat dünyası içindeki yerini ancak 1983 yılında, bu kitabın yeniden basılmasıyla aldı. Die Wand romanında bir av evinde adını öğrenemediğimiz ben anlatıcı yalnız başına kalır. Evi çevreleyen geniş bir alan, sadece hayvanlar tarafından görülebilen ve aşılabilen, görünmez bir duvarla çevrilmiştir. Kentin uzağında doğal yaşama alışmaya çalışan kadın, hayatın tüm alanlarını yeni baştan kurar ve hayatta kalabilmenin savaşını verir. Teknoloji ve kentsel kaostan uzak olduğundan, bir yandan ekip biçmeyi, inek sağmayı öğrenerek doğanın yaşam koşullarını keşfederken öte yandan tüm insanlarla olan bağlantısının kesilmesiyle, toplumdan tamamen yalıtılmış kalmasıyla yaşadığı bu kapalı mekânı kendine eşzamanlı cennet ve cehennem kılar. Yazarın bu romanında da sonraki romanlarında olduğu gibi kapalı bir mekânda kalmanın klostrofobik etkilerini, insansız bir dünyada yaşamak zorunda kalmayı ve tüm bunlar üzerine kurulan bir kadının varoluş sorunsalını dile getirmesinde, kuşkusuz gençlik yıllarının Hitler dönemine rastlamasının etkileri de yadsınamaz.

Marlen Haushofer, 1930 yılında Linz’de bir rahibe okuluna başladı, ancak 1934-1935 yıllarına denk düşen zamanda tüberküloz oldu.

1939-1940 öğretim yılında Viyana Üniversitesi’nde felsefe bölümüne kaydını yaptırdıysa da 1941 yılında oğlunun doğumuyla öğrenimine ara vermek zorunda kaldı.

1943 yılında ikinci oğlu dünyaya geldi, hastalıklar, anne olmak, ev kadını olmak öğretim hayatına hep ket vurduysa da  yeniden Graz Üniversitesi’nde öğrenime başladı.

1945 yılında öğrenimini yarıda keserek Frauenstein’a kaçtı. Savaş döneminde sürekli bir göç halinde olan Haushofer savaş sonrasında 1947 yılında Steyr’a yerleşerek oradan ölünceye değin bir daha hiç ayrılmadı.

1946’da ilk kısaöykülerini Avusturya’nın çeşitli gazete ve dergilerinde yayınladı. 1966’da Himmel, der nirgendwo endet, yazarın kendi çocukluk döneminin ilk on yılını kaleme aldığı özyaşamöyküsel bir romanıdır. Yitik bir çocukluk dönemi sadece romanlarına yansımaz, çocuk kitapları da yazarak çocukluk dönemini yazınsal düzlemde yeniden kurmayı arzular. Sözgelimi ein Katzenbuch (1964), Brav sein ist schwer (1965), Schlimm sein ist auch kein Vergnügen (1969) bu kitaplardan birkaçıdır.

1969’da kaleme aldığı Masarade, romanında da burjuva bir ailede, resim yapan bir kadının çatı katında hayatını sürdürmesi konu edilir. Kadın, tıpkı die Tapetentür (1957) romanında ve Wir töten Stella (1958) anlatısında olduğu gibi toplumsal hayat içinde edinemediği yerini kendi kaçış mekânlarına sığınarak yeniden kurmayı dener bu romanında da.

Haushofer yaşamının son yıllarında yakalandığı kemik kanseri nedeniyle Viyana’da bir klinikte öldü. Ölümünün ardından 1990 ve 2010 yıllarında Adelbert Stifter Enstitüsü’nde iki ayrı sergiyle anıldı. 2010-2011’de die Wand romanı Julian Pölsler tarafından filme uyarlandı.



18 Mart 2013 Pazartesi

Christa Wolf (1929-2011)








18 Mart’ta Landsberg/Warthe’de, bugünkü adıyla 
Gorzow/Wielpolski’de doğdu.



Gördünüz mü. Savaşa falan gerek yok. Biz barışın ortasında kendimizi imha ediyoruz.


Çocukluğu, Hitler Almanya’sına ve savaş dönemine denk gelen Christa Wolf, 1945 yılında ailesiyle birlikte Mecklenburg’a göç etmek zorunda kaldı. Savaş, göç ve kıtlık onun çocukluk dönemini yaşayamadan yetişkin olmasına neden oldu; okul yıllarında aynı zamanda belediyede yazıcılık yaptı. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin kuruluş yılı olan 1949’da liseyi bitirdi ve Almanya Sosyalist Birlik Partisi’ne (SED) üye oldu. 1949-53 yıllarında Jena ve Leipzig’te Germanistik öğrenimi gördü ve Hans Fallada’nın Yapıtında Realizm Sorunsalı başlıklı doktorasını yazdı. Öğrenimi sırasında tanıştığı yazar Gerhard Wolf ile evlendi. Bu evlilikten iki kız çocuğu dünyaya getirdi.


Yaptığı edebiyat eleştirilerinde ve yazılarında Georg Lukács’tan etkilenen Wolf, 50’li yıllardan beri arkadaş olduğu Anna Seghers’in yazarın yazma sürecinde aktif bir rol üstlenmesi gerektiğini savunduğu yazınsal üretim kuramını benimsedi. 1971 yılında yayınlanan edebiyat üzerine denemelerinin yer aldığı Lesen und Schreiben adlı kitabında da Seghers/ Lukács mektuplaşmalarına ayrıntılı olarak yer verdi.
1955-76 yılları arasında Doğu Almanya Yazarlar Birliği yönetim kurulu üyeliğini yapan yazar, 60’lı yıllardan sonra yalnız Doğu Almanya’nın politikalarını yoğun olarak eleştirmekle kalmadı, eş zamanlı olarak Batı Almanya’nın kapitalist politikalarını da eleştirdi. İdeolojilerin klişelerine dayalı bir edebiyatın karşısında oldu hep. Yazınsal yapıtlarında, denemelerinde yaşadığı döneme ilişkin etik ve politik düzlemde getirdiği eleştirilerle hem Batı Almanya’da hem de Doğu Almanya’da geniş bir okur kitlesine ulaştı.

1963 yılında yazdığı der geteilte Himmel adlı yapıtında, Berlin duvarının örülmesinden kısa bir süre önce yaşanan iki gencin aşkını konu aldı. Anlatıda Rita, Doğu Almanya’da kalmayı yeğlerken, klişeleşmiş Doğu Alman anlatılarının aksine, erkek arkadaşı Batı’ya gider. Daha sonra filme alınan öykü, Heinrich Mann Ödülü’ne layık görüldü.

Batı Almanya’da ancak 1972 yılında yayınlanabilen Ingeborg Bachmann üzerine yaptığı bir çalışmayı, kendi yazar kimliğiyle de paralellikler kurarak 1966’da Die zumutbare Wahrheit. Prosa der Ingeborg Bachmann adıyla yayınladı. 1968’de ikinci romanı Nachdenken über Christa T.’de ölen bir arkadaşının yaşamını ve onunla olan anılarını konu ederek “İnsanın kendisini bulması ne demek?” diye bireyin toplumsal konumunu sorguladı.

Özyaşamöyküsel özellikler taşıyan ve Nelly adındaki küçük kızın Nasyonal Sosyalizmin kol gezdiği sokaklardaki anılarıyla başlayan, o küçük kızdan bir kadın yazar olma sürecine değin uzanan, arkeolojik bir kimlik çalışmasını kurguladığı Kindheitsmuster (1976) romanı, farklı anlatı katmanlarının iç içe inşa edildiği psikanalitik ama aynı zamanda da tarihsel ya da sadece bir özyaşamöyküsel roman olarak okunabilir.

Kein Ort. Nirgends (1979) romanında Alman Edebiyatının romantik döneminden seçtiği yazarları kurmaca bir düzlemde buluşturdu. Heinrich von Kleist ve Karoline von Günderrode’yi, farklı coğrafyalarda intihar eden, toplumun kıyısında yaşayan bu iki yazarı metinsel düzlemde yan yana getirerek ve Wolf kendi yaşadığı Doğu Almanya’daki toplumsal düzene de gönderme yaparak yazarın, sanatçının toplum içindeki yalnızlığını ve dışarıda bırakılmışlığını tartıştı.

Çernobil’deki atom reaktörü kazasını konu aldığı Kesinti (Störfall) anlatısı ile teknolojinin çevreyi ve insanı nasıl olumsuz etkilediğini eleştirirken Kassandra (1980) ve Medea. Stimmen (1993) romanlarında Yunan mitolojisinden seçtiği bu kadın anlatı kişileriyle, ataerkil düzende kadının konumunu sorguladı. Bir yanda teknolojinin esiri olmakta olan bireyi eleştirirken öte yanda kadının ataerkil ideolojilerin nesnesi haline getirildiğini görünür kılmaya çalıştı.
Georg Büchner Ödülü,Nelly Sachs Ödülü, Thomas Mann Ödülü,Uwe Johnson Ödülü vb. daha birçok ödüle layık bulundu.


 “İnsanların silahlarının hep aynı kalması ne tuhaf –Merpessa’nın suskunluğu, Agamemnon’un öfkesi. Bense silahlarımı terkettim giderek, yapabileceğim tek değişiklik buydu.

Niçin mutlaka istemiştim kehanet yetisini?

Kendi sesimle konuşmak için; hepsi buydu. Daha fazla, daha başka bir şey istemedim. Gerekirse kanıtlayabilirim bunu, fakat kime? Küstah ve aynı zamanda ürkek, arabayı çevreleyen yabancı halka mı? Gülmek için bir neden varmış gibi; kendi kendime haklı gösterme eğilimim tükenmiş olmalı (…)

Şimdi anlıyorum tanrının beni neye mahkûm ettiğini. Gerçeği söyleyeceksin, ama hiç kimse inanmayacak sana. Bana inanması gereken, ama hiçbir şeye inanmadığı için bunu yapamayan o hiç kimse duruyordu orada. İnanmaya muktedir olmayan bir hiç kimse.

O zaman Tanrı Apollon’u lanetledim.“ (Kassandra, Çeviren: İlknur Tarkan)

13 Mart 2013 Çarşamba

Inge Müller (1925-1966)





13 Mart’ta Berlin’de doğdu.




Maskeleri takmayı reddediyorum… 

Şiirleri ölümünden 20 yıl sonra yaklaşık 300 şiiri su yüzüne çıkarak önce Doğu sonra da Batı Almanya’da yayınlanan Inge Müller, şair, oyun, radyo oyunu, çocuk kitapları yazarıdır. Toplumun kıyısında durarak hayata bakan yazar, gençlik travmalarını metinlerine yansıtarak onların acılarını, kendindeki derin izlerini, huzursuzluklarını yazıya aktarmak istedi.

Nazi Almanyası’nda, Reich’ın İşçi Bulma Kurumu’nda çalıştı, daha sonra 1945’ta Hava Kuvvetlerinde görevlendirildi. Berlin’e yapılan hava saldırısında, içinde bulunduğu binanın çökmesiyle yıkıntılar arasında kaldı. Bir köpekle birlikte bu yıkıntılar arasında üç gün yaşadı. Kendisi yıkıntılardan kurtulduğundaysa, başka yıkıntılar altında anne ve babasının öldüğünü öğrendi. Bu travmatik durum sıkça metinlerine Berlin’in yıkımı olarak yansıdı.

Savaş sonrasında Doğu Berlin’de yaşayan Inge Müller olarak bilinen Inge Meyer, sekreterlik, işçilik, gazetecilik vb. mesleklerde çalıştı, 1953’te Heiner Müller ile evlendikten sonra da Müller soyadını aldı. Inge Müller, oyun yazarı Heiner Müller ile  die Korrektur (1958), der Lohndrücker (1958), Klettwitzer Bericht (1959) gibi yapıtlara birlikte imza attılar. Daha önceleriyse 1955’te bir çocuk kitabı yazmıştı: Wölfchen Ungestüm (1955).  Ayrıca 1960’ta die Weibebrigade adlı radyo oyununu kaleme aldı.

1 Temmuz 1966 yılında aldığı çok sayıda ilaç ve gaz ile zehirlenerek intihar etti. Bu intihar vakası Doğu Almanya’da hemen üstü örtülerek kapatıldı. Heiner Müller ise ortak olarak kaleme aldıkları kitaplardan adını çıkardı önce, sonra da kimi yapıtlarında bu intihar olayından ve Inge Müller’le yaşadıkları ilişkiden beslenerek, bunları kendi yazınsal metinlerinin nesnesi haline getirdi.


                          Su alırken ben içeriden üzerime bir ev düştü
                          Unutulmuş köpekle ben
                          Evi kaldırdık yerden
                          Sormayın bana nasıl diye
                          Ben hiçbir şeyi anımsamıyorum
                          Köpeğe sorun nasıl diye       (Çeviri: M.Oraliş)