Anaïs Nin
21 Şubat’ta Neuilly-sur-Seine’de (Paris) doğdu.
“Yalnızca, bir kadın olmayı arzuluyorum. Kitap yazmak,
dünyayla dogrudan, dolaysızca yüzlesmek,
salt edebi kan nakliyle yasamak.”
“Kendimi, roman kişisi olarak ele aldığımda, çok daha iyi hissediyorum” diyen Anaïs Nin, yaşam öyküsüyle kurmacayı iç içe harmanlayıp kendini bedenine ve kimliğine ilişkin en yakıcı konuları kaleme aldı. Hayalle gerçeği birbiri içinde eriten yazar bilinçakışı tekniğini sıkça kullandı. O güne değin hiç olmadığı kadar sınırsızca kadının bedenini, duygu ve düşünce dünyasını tüm çelişki ve yalınlığıyla yazısının konusu haline getirdi.
Yazmaya, piyanist, besteci olan babası, Joaquin Nin y Castellanos’un
aniden evden gidişiyle başladı. Danimarkalı-Fransız kökenli şarkıcı olan annesi Rosa Culmell Nin
bu ayrılığın ardından çocuklarını alarak önce Barcelona’ya sonra da New York’a göç
etti. Yolculuk sırasında günce yazmaya başlayan Anais Nin, yaşamı boyunca
yazmayı sürdürdüğü ve yaklaşık 35.000 sayfa olan güncelerinin birinde babası
için: “Hayatta ilk düşkün olduğum insan babam, bana
ihanet etti ve dağıldım.(…) Dağıldım, dağıldım, geriye milyonlarca anlamsız
ilişki kaldı” dedi.
1923’te yaşamının sonuna kadar evli kaldığı Hugh Guiler ile
Havanna’da evlendi. Bankacı olan Guiler’le önce Paris’e sonra da Louvecienns’e
yerleştiler. İngiliz yazar D.H. Lawrence üzerine çalışan Nin, 1932 yılında D.H.Lawrence An Unprofessional Study adındaki
kitabını yayınladı.
Nin, 1931’de Paris’te tanıştığı Henry Miller ile kısa
sürede sarsıcı bir aşk yaşadı. Miller’a Yengeç Dönencesi kitabını kaleme alırken
gerek daktiloya geçirme ve düzeltmeleri yapma sürecinde gerekse baskı için
maddi desteği sağladı; kitabın önsözünü yazdı. Her türlü toplumsal baskı,
otorite ve tabuya cinselliğin sınırsız olanaklarıyla karşı koyan Nin, Henry
Miller ve karısı June Miller’a karşı duygularını, arzularını ve onlarla
yaşadıklarını Henry ve June adlı
kitabında dile getirdi. Yaşamında önemli izler bırakan bu aşk üçgenini öykülediği
günceleri yayınlandığında, kocası Hugo’u anlattıklarının tamamen kurmaca bir
dünyanın ürünü olduğuna inandırdı. Yaşanmışlıkların ve ertelenmişliklerin
dışında öykülemelerindeki kişi çözümlerini gerçekleştirmesinde ona yol gösteren
bir başka etken de, “Société Française de Psychanalyse”i kuran René Allendy’le
Fransa’da, Otto Rank ile de New York’ta psikanaliz seanslarına kimileyin hasta
kimileyinse psikanalist olarak katılmasıydı.
1939 yılında Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla birlikte
Fransa’daki yabancılara yurt dışına çıkmaları çağrısı yapıldı. Bu çağrının
hemen ardından Hugo ile New York’a gittiler. Onlarla birlikte Gonzalo More ile
Fransa’da başlayan ilişkileri de Amerika’ya göç etmişti. More ve Nin “Gemor
Press” adlı küçük bir yayınevi kurarak birçok kitap yayınladılar. Ancak
yayınevinin ömrü bu ilişkinin ömrü kadar beş yıl daha sürdü.
Nin kırk dört yaşındayken Polonya kökenli Rupert Pole’e aşık
oldu. Bu sırada Hugo ile evli olan Nin, eşzamanlı Kaliforniya’da Pole ile evlendi. Her iki evliliğini de
birbirinden habersiz yaşamının sonuna değin sürdürdü. Gelgelelim 1953 yılında
geçirdiği bir tümör ameliyatının uzantısı olarak hastalığı yinelediğine Rupert
Pole’nin yanında kalmayı ve ölmeyi
yeğledi. Pole küllerini bir helikopterden Pasifik Okyanusu üzerine serpti.
Anais Nin birçok araştırmada erotik edebiyatın önemli
kalemleri arasında gösterilir. Ancak günümüzde Nin yeniden okunduğunda, onun
bir kadın olarak kendisine sunulan rollere ve eril iktidarın söylemiyle
belirlenmiş konumlandırmalara gerek metinlerinin yapısı ve öykülediği konular
gerekse yaşam biçimiyle karşı durduğu daha da belirginleşir. Metinlerinde, cinselliğini
farklı ilişkilerde yeniden keşfeden bir kadının bedeninin; deneyimlediği
hayatta ilişkide olduğu kişileri ve kendini durmaksızın sürdürdüğü sorgulamalar
ve deneysel yollarla yeniden tanımladığı/gerçekleştirdiği kimliğinin yansımalarını
bulmak olasıdır.
„Bir gün Hugo’yla Henry
arasında seçim yapmak zorunda kalırsam, hiç duraksamadan Hugo’yu seçerim. Hugo
adına kendime tanıdığım, ondan gelen bir armağanmışçasına kabullendiğim
özgürlük, ona duyduğum sevginin boyutunu, gücünü artırıyor.
(…) Saçlarımı taramak
için üst kata çıkarken, yarın koşa koşa Henry’ye gideceğimi biliyordum.
Hayaletlerimle dövüşmek için yaptığım tek şey, beni odasının duvarına yaslamak
ve öpmek, bugün vücudumdan neler beklediğini, hangi devinimleri, hangi
tavırları istediğini fısıldamak. İsteklerine boyun eğiyor, cinnetine eşlik
ediyorum. Birlikte, ancak rüyalarda görülebilen, gerçekdışı engellerin üstünden
atlıyoruz. Ona neden âşık olduğumu artık biliyorum. Fred bile yanımızdan
ayrılırken eskisi kadar kederli görünmüyordu; Henry’ye içimi açtım: Ondan dört
dörtlük bir aşk beklemediğimi, bundan tıpkı benim gibi bıkıp usandığını
bildiğimi, içimin ani bir bilgelik ve mizahla dolup taştığını, bizim artık
sevişmek istemeyeceğimiz ana kadar ilişkimizi hiçbir şeyin durduramayacağını
söyledim. Zevkin ne olduğunu galiba ilk kez anlıyorum.
(…) Eduardo kendimi
asla tamamen vermediğimi söylüyor fakat kendimi Hugo’nun soyluluğuna ve
kusursuzluğuna, Henry’nin şehvetine, Eduardo’nun güzelliğine nasıl teslim
ettiğimi gördükçe bu iddiası bana olanaksız geliyor.
(…) June’un muhteşem dediğim dedikliğini,
inisiyatifini, zorbalığını düşündüm acı acı. Erkekleri âcizleştirenler güçlü
kadınlar değil, kadınları aşırı güçlü yapanlar âciz erkekler diye düşündüm.
Henry’nin karşısında, Latin kökenli bir kadının teslimiyetiyle, uysallığıyla
geçtim; ezilmeye hazırdım.
(…) Ah,
üçümüz ne muhteşem bir oyun oynuyoruz. İblis kim? Yalancı kim? İnsan kim? En
zekimiz kim? En güçlümüz? En çok kim seviyor? Biz üç hudutsuz egoyuz ve iktidar
için mi çarpışıyoruz, yoksa aşk için mi? Yoksa bu ikisi birbirine mi karıştı? “ (Anaïs Nin, Henry ve June, Çeviren: Püren
Özgören)
Anais Nin, Rupert Pole ile |
Anais Nin, Henry Miller ile |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.