Kategoriler

30 Nisan 2013 Salı

Alice B. Toklas (1877-1967)


30 Nisan’da San Francisco’da doğdu.



In this Way,Kissing

Next to me in me sweetly sweetly
Sweetly sweetly sweetly sweetly.
In me baby baby baby.
Smiling for me tenderly tenderly
Tenderly sweety baby baby
Tenderly tenderly tenderly tenderly.
(Gertrude Stein bu şiiri Alice’le tanıştıktan sonra yazdı.)




Alice B. Toklas 1907 yılında Amerika’dan Paris’e gitti ve orada Gertrude Stein ile tanıştı. Stein’ın sekreteri, aşçısı, sanat danışmanı, ilham perisi ve sevgilisi oldu; tanışmalarından iki yıl kadar sonra kardeşi Leo Stein ile  birlikte oturdukları Rue de Fleurus’deki evine (bu aynı zamanda Stein kardeşlerin sanat galerisi/müzesiydi) taşındı. Stein’ın ölümüne kadar da oradan ayrılmadı, her şeyi birlikte yaptılar.

Amerikalı Yahudi bir ailenin kızı olan Toklas, Washington Üniversitesi’nde müzik öğrenimi gördü, piyano bölümünü bitirdi. Avrupa’ya göç edip Stein ile tanıştıktan sonra resim ve edebiyat alanında kalmayı yeğledi. Sanat galerisine gelen dönemin birçok ressamı ve yazarıyla tanıştı. Gelgelelim hep Stein’ın gölgesinde kaldı.

İlk kez 1933 yılında Stein’ın kitabı Alice Toklas’ın Özyaşamöyküsü ile gündeme geldi.  Stein’ın ölümünden sonra, onun editörlüğünü yapmayı sürdürdü Toklas. 

1954 yılında kendi yemek kitabını çıkardı : The Alice B. Toklas Cookbook. Ancak kitapta yer alan  bir tarifinde içine marihuana eklenebileceğini yazdığından dolayı kitabın bir süre Amerika’da yayını yasaklandı. Kitap ilk kez İngiltere’de yayınladı, daha sonra da birçok dile çevrildi. 1958 yılında da Aromas and Flavor of Past and Present adlı kitabını yayınladı. Ayrıca aralarında New York Times ve The New Republic’in yer aldığı birçok gazete ve dergide makaleleri yayınlandı.






Luise Rinser (1911-2002)





30 Nisan’da Pitzling’te doğdu.



İç huzur, memnuniyetten daha fazla bir şeydir. 
İç huzur, acımızın ve suçluluklarımızın orta yerinde, 
bize dünyayı çevreleyen sevgiyi gösteren bir ışıktır.


Alman Edebiyatı gündemini gençlik yıllarındaki Nazi taraftarlığıyla elinde tutan Rinser,  yazdığı roman ve kısa öyküleriyle birçok dile çevrildi. Geleneklerine bağlı Katolik bir aile içinde yetişti.  Münih’te öğretmenlik eğitimi alarak 1935 yılında Kuzey Bavyara’nın çeşitli okullarında öğretmenlik yaptı. Nasyonal sosyalizme yakınlığıyla bilinen “Herdfeuer” dergisinde kısaöykülerini ve şiirlerini yayınladı. Junge Generation şiiri Adolf Hitler için bir methiye oldu. 1936 yılında Nasyonal Sosyalist Kadın Çalışmaları’nda ve 1939 yılında Nasyonal Sosyalist Öğretmenler Birliği’ne katılarak görev aldı.

1995 yılında Rinser ile tanışan ve yaşamının sonuna değin arkadaşlıklarını sürdüren teolog, düşünür José Sánchez de Murillo, onun hayatını kaleme aldığı biyografisinde yazar kimliğine ilişkin ”yazınsal açıdan çok yetenekli, tutkulu” biri olduğundan söz ederken öte yandan da Rinser ile daha önceki yıllarda tanışmamış olmanın memnuniyetini dile getirir. Nedeni içinse ”Onun Hitler’i onurlandırdığı şiirleri önceden zaten bilinmekte. Ancak bu sadece bir kırılma noktası. Henüz genç bir öğretmenken Yahudi olan okul müdürünü ihbar etti. Böylece Nazi devletinin gözüne girerek kariyerinde ilerlemeler sağladı” der ve Rinser’i bir Nazi-Pedagogu olarak adlandırır.

1939 yılında ailesinin tüm karşı çıkışlarına rağmen orkestra şefi Horst-Günther Schnell ile evlendi. Bu ilk evliliği süresince Braunschweig ve Rostock’ta yaşadı ve iki oğlunu da burada dünyaya getirdi. 1942 yılında evliliğin son bulmasının ardından 1943’te Schnell doğu cephesinde öldü. Bu evliliğini, ailesinden kopuşunu Den Wolf umarmen adlı özyaşamöyküsel kitabında kaleme aldı.

1941 yılında, yetişkinlerin dünyasını anlamaya çalışan beş yaşındaki bir kızın Birinci Dünya Savaşı sırasında deneyimlediği anılarını öykülediği das gläserne Ring kitabı 10.000 adet sattı. Hermann Hesse’nin hayran kaldığı bu kitap nedeniyle, iki yazar uzun süre mektuplaştılar.

1943 yılında yazar Klaus Herrmann ile evlendi.  Neue Zeitung ve Züricher Weltwoche’de kitap tanıtımları yazdı.

1954-1959 yılları arasında besteci Carl Orff ile evli kaldı. Evliliğinin bitmesiyle İtalya’ya giden Rinser, 1962-1966 yılları arasında Vatikan muhabirliği yaptı. Birçok yer gezdi ve Katolik din adamlarıyla ruhani konular üzerine sohbetler, tartışmalar gerçekleştirdi.

70’li yıllarda Almanya’nın silahlanmasına ve atom silahlarının kullanılmasına karşı girişilen harekete katıldı. SPD ve Yeşiller partisine yakınlık duydu.

1985 yılında Zigeuner sein in Deutschland- Eine Anklage kitabında Almanya’da yaşayan Sinti ve Romanların azınlıkta kalmış olmalarını eleştirerek, onların yaşamlarının bir azınlık kaderi olduğunu kaleme aldı. 

Türkçede Buruk Aşk adlı bir romanı ve farklı antolojilerde kısaöykülerini bulmak olası.



Emily yenge kocasından bir yıl sonra öldü. Ölümünün gerçek nedeni anlaşılamadı. Doktor ölü kağıdına “Yaşlılık” diye yazmış, ama yazdığına kendi de pek inanmamıştı: Çünkü Emily yenge daha yeni altmışına basmıştı.  Ama başka ne yazabilirdi ki? Doktor onu tanımıyordu. Onu ben tanıyordum, tanıdığım için de neden öldüğünü biliyordum.

(…) Gottfried  amca, Emily yengeyi aldığı zaman o, daha çocuk denecek yaşta bir kızmış. O yıllarda,  son derece güzel olduğunu söylerler. Gottfried amca karısını taparcasına sevmiş ve şımartmış. Uzun evlilik yıllarında sabahları yataktan kalkar, ateşi yakar, kahvaltısını hazırlar ve karısının yatağına girerdi. Sebzeyi, eti alan, temizlikçi kadına iş gösteren, çivileri çakan, düğmeleri diken, kısacası her işi gören, oydu. Emily yenge, önceleri bundan hoşlandı, sonra sonra olağan buldu, daha sonraları, bütün bu işleri yapıyor diye onu hor görmeye başladı.

(…) Çokları ağlıyordu; erkekler de ağlıyordu. Bunlar yaşlı adamın ölümünden çok, kendininkine benzeyen bir alınyazısı için gözyaşı döküyorlardı. (Yaşlı Bir Adamın Ölümü, Çeviri: Melahat Toygar)

16 Nisan 2013 Salı

Sarah Kirsch (1935)






16 Nisan’da Limlingerode’de (Harz) doğdu.



Bir melekle büyümeyi kim istemez ki…

Ingrid Bergstein’ın,  çocukluk ve ilk gençlik çağında annesiyle ormanda ve kırlarda yaptığı uzun gezintiler, şiirin çağrısına kulak vermesini beraberinde getirdi. “Annem sonsuz sayıda bitkinin, çiçeğin adını bilir, onları tanırdı” diyor bir yazısında Sarah Kirsch. Annesinin rehberliğinde tanıştığı doğa, onun yaşam boyu aldığı en iyi hediyelerdendi. Çünkü kendi varoluşunu ifade ederken doğayla iç içe gelişen kimliğine ilişkin: “Doğada sadece edebiyatı aradığımı çok sonra fark ettim” diyerek şiirlerinin ana temasının da altını çizer.

40’lı yılların sonuna doğru bir şeker fabrikasında çalışan Bergstein, ardından yeniden öğrenimini sürdürerek biyoloji okudu. 60’lı yıllarda Sarah mahlasıyla şiirlerini yayınladı. İlk şiir kitabını kocası Rainer Kirsch’le birlikte Gespräch mit den Saurieren’i 1965 yılında yayınladı.

1967’de kendi başına yayınladığı ilk şiir kitabı Landaufenthalt oldu. Doğanın ön plana çıktığı şiirlerde  inşan ilişkilerinin ve toplumsal olayların karmaşasının ya da el değmemiş bir cennet düşünün imgelendiğini de görmek olası. Şiirlerinin başat sorunsallarından bir diğeriyse kadın erkek ilişkileri, sevdalarıdır: Zaubersprüche, Die ungeheuren bergehohen Wellen auf See, Panterfrau vb. gibi şiir kitapları yoğun olarak bu ilişkileri dile döker.

1968’de Doğu Berlin’e göç ederek gazeteci, çevirmen ve şair olarak çalıştı. Gerek Doğu gerekse Batı Berlin’de geniş bir okur kitlesine ulaşan Sarah Kirsch şair, ozan Wolf Biermann’ın Doğu Almanya’dan sınır dışı edilmesine karşı imza verdiğinden ve imzasını geri çekmediğinden SED’teki üyeliğine son verildi. Meine Worte gehorchen mir nicht, Im Glashaus des Schneekönigs gibi şiirlerinde bu konuyu ele aldı.

1977 yılında seyahat izni onaylandığından, çalışamaz hale geldiği Doğu Berlin’den Batı’ya göç etti. 1978’de PEN Yazarlar Birliği üyesi oldu. Aynı yıl Villa Massimo Bursu alarak Roma’ya gitti ve bir yıl orada yaşadı. Ardından Fransa ve ABD’ye gitti.

1979’da Batı ve Doğu Berlin’de yazdığı şiirleri ilk kez birlikte yayınlandı. 1982’de Erdreich’ta ABD ve Kuzey Almanya izlenimlerini dilselleştirdi.

1984 yılında kaleme aldığı Katzenleben şiirlerinde artık şairin soluğunun biraz daha buharlaştığını, doğanın her bir şiirde gittikçe insansızlaşmaya başladığını ve şiir içindeki “sen”in yavaşça yok olup gittiğini gözlemlemek olası. 

Sarah Kirsch halen  Almanya'nın birçok kentinde şiir okumaları yapmaktadır.



11 Nisan 2013 Perşembe

Marlen Haushofer (1920-1970)



Fotoğraf: Sibylle Haushofer


11 Nisan’da Frauenstein’da doğdu.



İnsanın kendi geçmişi karşısında adil olması en zor olanıdır.


Avusturyalı kadın yazar Marlen Haushofer 1963 yılında yayınladığı die Wand adlı romanıyla Arthur Schnitzler Ödülü’ne layık görüldüyse de, edebiyat dünyası içindeki yerini ancak 1983 yılında, bu kitabın yeniden basılmasıyla aldı. Die Wand romanında bir av evinde adını öğrenemediğimiz ben anlatıcı yalnız başına kalır. Evi çevreleyen geniş bir alan, sadece hayvanlar tarafından görülebilen ve aşılabilen, görünmez bir duvarla çevrilmiştir. Kentin uzağında doğal yaşama alışmaya çalışan kadın, hayatın tüm alanlarını yeni baştan kurar ve hayatta kalabilmenin savaşını verir. Teknoloji ve kentsel kaostan uzak olduğundan, bir yandan ekip biçmeyi, inek sağmayı öğrenerek doğanın yaşam koşullarını keşfederken öte yandan tüm insanlarla olan bağlantısının kesilmesiyle, toplumdan tamamen yalıtılmış kalmasıyla yaşadığı bu kapalı mekânı kendine eşzamanlı cennet ve cehennem kılar. Yazarın bu romanında da sonraki romanlarında olduğu gibi kapalı bir mekânda kalmanın klostrofobik etkilerini, insansız bir dünyada yaşamak zorunda kalmayı ve tüm bunlar üzerine kurulan bir kadının varoluş sorunsalını dile getirmesinde, kuşkusuz gençlik yıllarının Hitler dönemine rastlamasının etkileri de yadsınamaz.

Marlen Haushofer, 1930 yılında Linz’de bir rahibe okuluna başladı, ancak 1934-1935 yıllarına denk düşen zamanda tüberküloz oldu.

1939-1940 öğretim yılında Viyana Üniversitesi’nde felsefe bölümüne kaydını yaptırdıysa da 1941 yılında oğlunun doğumuyla öğrenimine ara vermek zorunda kaldı.

1943 yılında ikinci oğlu dünyaya geldi, hastalıklar, anne olmak, ev kadını olmak öğretim hayatına hep ket vurduysa da  yeniden Graz Üniversitesi’nde öğrenime başladı.

1945 yılında öğrenimini yarıda keserek Frauenstein’a kaçtı. Savaş döneminde sürekli bir göç halinde olan Haushofer savaş sonrasında 1947 yılında Steyr’a yerleşerek oradan ölünceye değin bir daha hiç ayrılmadı.

1946’da ilk kısaöykülerini Avusturya’nın çeşitli gazete ve dergilerinde yayınladı. 1966’da Himmel, der nirgendwo endet, yazarın kendi çocukluk döneminin ilk on yılını kaleme aldığı özyaşamöyküsel bir romanıdır. Yitik bir çocukluk dönemi sadece romanlarına yansımaz, çocuk kitapları da yazarak çocukluk dönemini yazınsal düzlemde yeniden kurmayı arzular. Sözgelimi ein Katzenbuch (1964), Brav sein ist schwer (1965), Schlimm sein ist auch kein Vergnügen (1969) bu kitaplardan birkaçıdır.

1969’da kaleme aldığı Masarade, romanında da burjuva bir ailede, resim yapan bir kadının çatı katında hayatını sürdürmesi konu edilir. Kadın, tıpkı die Tapetentür (1957) romanında ve Wir töten Stella (1958) anlatısında olduğu gibi toplumsal hayat içinde edinemediği yerini kendi kaçış mekânlarına sığınarak yeniden kurmayı dener bu romanında da.

Haushofer yaşamının son yıllarında yakalandığı kemik kanseri nedeniyle Viyana’da bir klinikte öldü. Ölümünün ardından 1990 ve 2010 yıllarında Adelbert Stifter Enstitüsü’nde iki ayrı sergiyle anıldı. 2010-2011’de die Wand romanı Julian Pölsler tarafından filme uyarlandı.