Kategoriler

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Emily Brontё (1818-1848)




30 Temmuz’da  Thorntorn, Yorkshire’da doğdu.

Ellen, şu dağların tepesine ne zaman çıkacağım? O tepelerin ötesinde ne var acaba, deniz mi?

 İngiliz edebiyatının klasikleri arasında yer alan Uğultulu Tepeler’le Türkçede bilinen  Emily Brontё, bu tek romanının yanı sıra şiirler de kaleme aldı. Uğultulu Tepeler, yayınlandığı yıldan beri önemli tartışmaların odağı oldu. Toplumsal normlarıyla uzlaşma göstermeyen roman içinde bulunduğu Viktorya edebiyatına ters düşerek daha çok modernist edebiyatın özelliklerini taşır. Aile ilişkilerine, toplumsal sınıflara, ekonomik düzendeki adaletsizliklere getirdiği yorumlarla yerleşik değerler sistemini eleştirdi. Emily Brontё, bir yandan doğa betimlemelerini ve kişisel deneyimlerini romana yansıtarak romantik dönem edebiyatının izlerini, beri yandan yaşam, ölüm arasındaki ilişkilerde mistisizmin ve dış gerçekliğin yazınsal düzleme aktarılmasında da natüralizmin etkilerini metnine yansıtarak çoklu bir roman biçemini kullandı.
Altı çocuklu bir ailenin çocuğu olan Emily, Charlotte ve Anne Brontё’nin kız kardeşidir. Birçok biyografi yazarı kardeşlerin çocukluklarında hayali oyunlar oynadıklarını ve bu oyunların ilerideki yıllarda yazarların kitaplara yansıdığını ileri sürmekte. Charlotte ile Cowan Bridge ve Roe Head yatılı okullarına gitti. Daha sonra Law Hill’de öğretmenlik yaptı ve daha sonra da Madame Heger’in okulunda eğitim görebilmek için Charlotte ile Brüksel’e gittiler. Emily öğrenciliğinin ardından aynı okulda müzik öğretmenliği yaptı. Ancak teyzelerinin ölümüyle bu hayata son vererek geri dönmek zorunda kaldı. Haworth’a döndüğünde ailenin tüm ekonomik harcamalarını düzenledi ve gündelik ihtiyaçlarını karşılamayı üstlendi, tüm bunların yanı sıra yazamaya başladı. Üç kız kardeş Charlotte, Emily ve Anne adlarının baş harflarini kullanarak ,Currer Bell, Elise Bell ve Acton Bell mahlaslarını kullanarak Poems by Currer, Elise and Acton Bell adını verdikleri bir şiir kitabı yayınladı.
Erkek kardeşi Branwell’in cenazesinde hastalanan Emily tedavi olmayı reddettiğinden tüberkülozdan öldü. 1847’de ilk üç bölümü yayınlanan Uğultulu Tepeler, ölümünden sonra Charlotte Brontё’nin girişimiyle tamamlanarak 1849 yeniden yayınlandı.


Zillah beni merdivenden çıkarırken, şamdanı gizlememi ve gürültü etmememi söyledi. Beni yatıracağı odayla ilgili, efendisinin garip bir tutumu varmış, orada kimsenin yatmasını istemezmiş. Nedenini sordum. Bilmediğini söyledi. Buraya geleli daha bir-iki yıl olmuş. Evde öyle tuhaf şeylerle karşılaşmış ki, sorup öğrenmeye kalksa sonu gelmezmiş.
Zaten ben de şunu bunu merak edecek durumda olmadığım için , kapımı kapatıp çevreme bakınarak yatağı aradım. Odada eşya olarak bir sandalye, bir elbise dolabı ve üst kısmına araba penceresine benzeyen kare delikler açılmış, büyük bir meşe sandıktan başka bir şey yoktu. Sandığa yaklaşıp içine bakınca, bunun, evde herkese ayrı bir oda gerektirmeyen, çok kullanışlı, eski moda bir yatak olduğunu anladım. Sandık, gerçekte başlı başına küçük bir oda gibiydi. İçinden bitişik olduğu pencerenin kenarı da masa görevi yapıyordu…
Şamdanımı koyduğum pencere pervazının bir köşesinde üst üste yığılı küflenmiş kitaplar duruyordu, pervazın boyası üzerine, boydan boya yazılar kazınmıştı. Bu yazıların hepsi de, küçük büyük çeşitli harflerle yazılmış bir tek adı yineliyordu: Catherine Earnshaw. Bu bazen Catherine Heathchliff oluyordu, bazen de Catherine Linton. (Emily Brontё, Uğultulu Tepeler, Çeviren: Naciye Akseki Öncül)

Hilde Domin (1909-2006)



27 Temmuz’da Köln’de doğdu.




                                                                Gidebilmeli
Ve yine de bir ağaç gibi olmalı:
kökleri yeryüzünde

“Ben H.D. şaşılacak derecede gencim. 1951 yılında dünyaya geldim. Herkesin dünyaya geldiği gibi ağlayarak. Almanca anadilim olmasına rağmen, doğduğum yer Almanya değildi. İspanyolca konuşuluyor ve evin önü hindistancevizi palmiyeleriyle doluydu.” Diyen Hilde Domin aslında Köln’de Löwenstein adıyla dünyaya geldi. Dominik Cumhuriyeti’ne sürgüne gittikten sonra soyadını Domin olarak değiştirdiği gibi sürgünde başlayan edebiyat yaşamını da yeniden doğuş zamanı olarak ilan etti. Mekansal sürgünlüğünü dilsel olana dönüştürmemek için Almanca yazmaya devam etti. Hatta farklı diller arasındaki yolculuklarından dolayı kendisini bir “dil Odysseus”u olarak adlandırdı. Domin şairliğinin yanı sıra kısa öykü yazarı, yorumcu, çevirmen ve yayıncı olarak da etkinlik gösterdi.

Köln’de dünyaya gelen Hilde Löwenstein, hukuk, politik bilimler ve felsefe öğrenimi gördü. Bu süreçte Heidelberg’te Erwin Walter Palm ile tanıştı. Hitler’in iktidara gelmesinin ardından Roma’da ve Floransa’da öğrenimine devam etti. Palm ile evlenmelerinin hemen ardından her ikisinin de Yahudi kökenli olmaları nedeniyle Paris üzerinden Londra’ya sürgüne gitmek zorunda kaldılar. Sürgünlükleri orada da sonlanmadı. Önce Kanada ve sonra da St.Domingo’ya giderek oraya yerleştiler. Yabancı dil dersleri verdi, çeviriler yaptı Hilde Palm. 1954 yılına kadar St. Domingo üniversitesinde Almanca okutmanlığı yaptıktan sonra, Almanya’ya geri döndü.

Sürgünlük yıllarında kendisini dünyanın kıyısına bırakılmış hissettiğini ifade eden Domin, dilinin vatanı olduğunu şiirlerinde ve düz yazılarında dilselleştirdi. Şiir dinletilerinde şiirlerini iki kez okuyan Domin’in şiirleri 26 dile çevrildi. Şiir ve öykülerinde dil sorunsalını farklı boyutlarıyla ele alırken, sürgünlük, kadın sorunları gibi konuları da yapıtlarının odak noktasında tuttu. 


Kendime bir oda döşüyorum havada
Akrobatlar ve kuşlar arasında:
Yatağım duygular trapezinin üzerinde
tıpkı rüzgarda bir yuva
dalın en ucunda

(…)

Ama ben kuşların tüyleri arasında, yüksekteki boşlukta sallanıyorum
Başım dönüyor. Uyumuyorum.
Elim
tutunacak bir dal arıyor ve
bir tek gülü buluyor dayanak.