22 Ekim’de Kirmanşah’ta (İran) doğdu.
Romanlar hiçbir zaman yanıt vermezler.
Nobel Edebiyat Ödülü’ünü 2007 yılında Doris
Lessing’e verirken “Kuşkunun, tutkunun ve
görselliğin gücüyle tuzla buz olmuş bir uygarlığı sorgulayan, dişil
deneyimlerin epik yazarı Lessing” demişti jüri üyeleri. Nobel’i aldığında
88 yaşındaydı yazar.Birçok kitabında savaşın etkisiyle hep yaşamın kıyısında,
yeni yaşama olanakları arayan ailesiyle deneyimlediklerini, bir kadın olarak
varoluş sorunlarını anlatır Doris Lessing.
1.Dünya Savaşı’nda bir ayağını kaybeden babası
artık İngiltere’den ayrılmak istedi ve aynı savaşta sevdiği adamı
kaybettiğinden yaralı askerleri şifalandırmak için hemşireliği seçen Emily ile
evlendi. İran’a giderler, babası Imperial Bank of Persia’da çalıştı ve bu yıllarda
Doris Tayler dünyaya geldi. Önce İngiltere’ye sonra da Zimbabwe’ye giderek
orada yerleştiler. Aldıkları arazide çiftçilik yaparak geçinmeye başladılar. Bu
farklı coğrafyalarda savaşın travmasından kurtulmaya çalışan ailesiyle mutsuz
bir çocukluk geçiren yazar genç yaşta evinden ayrıldı. Hemşire yardımcılığı,
sekreterlik yaptı ve yerel gazetelerde kısa metinler yazdı.
Doris, 1939’da Frank Charles Wisdom ile
evlendi ve art arda bir kız bir de oğlan çocuğu dünyaya getirdi. 1943’te çocukları
babasının yanında bırakarak yanlarından ayrıldı. İkinci evliliğini 1945 yılında
Alman politik göçmen Gottfried Lessing ile yaptı. Bir oğlan çocuğu dünyaya
geldi ve oğluna, bir zamanlar kendi anne-babasının ona vermek istediği Peter
adını verdi. Sonraki yıllarda boşanmasına karşın kitaplarında yine de Lessing
soyadını kullanmayı yeğledi. Boşanmasının ardından oğlunu alarak Londra’ya
taşındı.
İlk romanı Türkü Söylüyor Otlar’da (1950), bir sömürge ülkesi olarak Afrika’yı
konu alarak ırkçılık sorununu bir kadının sesinden öyküler. Dilsel ve kurgusal
anlamda farklı katmanları iç içe eriterek kaleme aldığı Altın Kitap (1962) birçok eleştirmen tarafından başyapıt olarak
nitelendirilir. Bu deneysel kitabında özyaşamöyküsel öğeleri kullanarak iki
bağımsız kadını öyküsel düzlemde buluşturur. Argos’taki Kanopus (1979-1983) adlı beş romanlık dizisini en
önemli yapıtları olarak değerlendiren yazar, bu kitapların türü için bir de ad
verir: Bu tür Science Fiction değil Space Fiction’dır.
2008’de anne ve babası üzerine yazdığı
kitabı Alfred ve Emily’de babasının savaş döneminde yaşadığı travmaları miras
edindiğini ve bu korkunç mirasın yaşamı boyunca onu adım adım izlediğini dile
getirir.
O dönemi hepimiz hatırlıyoruz. Benim yaşadıklarım da
diğerlerinin yaşadıklarından farkı yok. Ama yine de paylaştığımız olayların
ayrıntılarını birbirimize tekrar tekrar anlatıyoruz; yinelerken, dinlerken, şöyle diyoruz sanki:
“Senin için de öyleydi demek? Eh, bu da olup biteni doğruluyor; evet, bunlar oldu, olmuş; kafamdan uydurmuyormuşum
demek?” Bir yolculukta tuhaf,
alışılmadık yaratıklarla karşılaşmış insanlar gibi, bazen doğruluyor, bazen de
fikir ayrılığına düşüyoruz: “ O kocaman mavi balığı gördün mü?” “Yo, senin
gördüğün sarıydı!” Ama üzrerinde yol aldığımı deni, aynı denizdi; sona
yaklaşırkenki o sürüncemeli, huzursuz,
gergin süreç herkes için, her yerde aynıydı; kentlerimizin daha küçük
birimlerinde –sokaklar, yüksek apartmanların oluşturduğu kümeler, bir otel;
tıpkı kentlerde, uluslarda, bir kıtada olduğu gibi… Evet, söz konusu olayların
doğası düşünüldüğünde, bunun oldukça tumturaklı bir imgelem olduğunda
hemfikirim: acayip balıklar, okyanuslar filan.
(…)
İnsanların kölelerle, kurbanlara, şamar oğlanlarına
ihtiyacı vardır ve “evcil” hayvanlarımızın çoğu da bunun içindir, çünkü onları,
olmaları gerektiğini düşündüğümüz şekle sokmuşuzdur; tıpkı insanoğlunun da
ondan beklenen şey olup çıkması gibi. (Hayatta Kalma Güncesi, Çeviren: P.
Özgören)
Doris Lessing Portreleri:
Nobel Edebiyat Ödülü üzerine: